Makale İnceleme- Son yıllarda birçok destinasyon, ziyaretçileri cezbetmenin yollarını ararken yerel gıdayı güçlü bir araç olarak keşfetti. Gastronomik öğelerin yalnızca bir pazarlama nesnesi değil, aynı zamanda sürdürülebilir turizmin de taşıyıcısı olabileceği fikri artık daha yaygın biçimde kabul görüyor. Bu bağlamda yerel gıda, destinasyonların ekonomik, çevresel ve kültürel sürdürülebilirliğine katkı sunabilecek bir unsur olarak değerlendiriliyor. Ancak her güçlü kavram gibi, “yerel gıda”nın da tanımı ve sınırları belirsiz. Bu belirsizlik, kavramın turizm politikalarına entegrasyonunu da karmaşıklaştırıyor.

İşte tam bu noktada, 2024 yılında Tourism Planning & Development dergisinde yayımlanan ve Anna M. Stalmirska imzasını taşıyan “Local food in tourism destination development: The supply-side perspectives” başlıklı makale, önemli bir boşluğu doldurma amacı taşıyor. Daha önceki çalışmaların çoğu ziyaretçi deneyimlerine, yani talep tarafına odaklanırken, bu çalışma dikkatini arz tarafına, yani turizm alanında faaliyet gösteren kurumların ve temsilcilerin yerel gıdaya bakışına çeviriyor.

Stalmirska’nın çalışması, İngiltere’nin Yorkshire bölgesinde kamu ve özel sektörde faaliyet gösteren turizm temsilcileriyle yapılan görüşmeler üzerinden şekilleniyor. Çalışmanın temel amacı, arz tarafında yer alan aktörlerin “yerel gıda” kavramını nasıl algıladığını, bu kavrama hangi anlamları yüklediğini ve destinasyon pazarlaması bağlamında nasıl kullandıklarını anlamaya çalışmak.

Bu yaklaşımın önemli bir gerekçesi var: Yerel gıda, turizm pazarlamasında her ne kadar çokça kullanılsa da, kavramın içeriği ve anlamı konusunda hem akademide hem de pratikte ciddi bir fikir birliği eksikliği mevcut. Stalmirska da bu dağınıklığa dikkat çekerek, kavramın yeniden ve empirik bir zeminde ele alınması gerektiğini vurguluyor.

Öne çıkan bulgular

Makalenin sonuçları, “yerel gıda” kavramının oldukça esnek, bağlama göre değişen ve çok katmanlı bir yapıya sahip olduğunu ortaya koyuyor. Araştırmaya katılan turizm profesyonelleri arasında bu kavrama dair net bir coğrafi mesafe tanımı bulunmadığı gibi, kimi zaman bu mesafenin müşteri beklentileri ya da işletme gereklilikleri doğrultusunda “esnetildiği” de gözlemleniyor.

Bir başka dikkat çekici bulgu ise, yerellik tanımının yalnızca coğrafi unsurlara değil, kültürel, sosyal ve ekonomik değerlere de atıf yaptığı yönünde. Yani bir ürünün yerel kabul edilmesi için sadece belirli bir mesafeden gelmesi yeterli değil; aynı zamanda o bölgenin kültürel kimliğini, tarihini, toprağını ve üretim bilgisini yansıtması da gerekiyor. Bu da “yerel gıda”nın yalnızca somut bir ürün değil, aynı zamanda bölgesel bir anlatı ve aidiyet taşıyıcısı olduğunu gösteriyor.

Stalmirska’nın çalışmasına göre, turizm destinasyonları için yerel gıdayı yalnızca tanıtım materyallerine koymak yeterli değil; onun anlam dünyasına dair bir ortak zemin inşa etmek de gerekiyor. Özellikle destinasyon pazarlama örgütleri (DMO’lar) için bu çalışma, hangi tür “yerel” anlatıların sürdürülebilir turizme hizmet edebileceğini sorgulama imkânı sunuyor.

Tanımlayamadığımız şeyi pazarlayabilir miyiz?

Yerel gıdaya dair süregelen kavramsal belirsizlik, sadece akademik bir tartışma konusu değil; turizm sektörünün sürdürülebilirliğine dair somut bir tehdit oluşturabilir. Bu bağlamda Stalmirska’nın makalesi, yerel gıdanın anlamına dair daha fazla düşünmemiz gerektiğini ve bu kavramı kullanırken neyi, neden ve nasıl vurguladığımızın son derece önemli olduğunu hatırlatıyor.