Günümüzde turizm yalnızca bir seyahat faaliyeti değil, aynı zamanda kültürel bir iz sürme eylemine dönüştü. Artık gezginler yalnızca bir manzara görmek ya da bir otelde konaklamak istemiyor; aynı zamanda bir “anlam”, bir “atmosfer”, bir “hikâye” arıyorlar. Tam da bu noktada, son yıllarda dikkat çeken iki güçlü eğilim, yeni nesil turizm rotalarını şekillendiriyor: festival turizmi ve film-dizi odaklı seyahatler.

Festival turizmi, artık sadece müzikseverlerin ilgi alanı olmaktan çıkmış durumda. Sanat, gastronomi, dijital kültür, moda, edebiyat gibi birçok alanda düzenlenen uluslararası festivaller, büyük şehirlerden kırsal alanlara kadar geniş bir yelpazede destinasyonlara canlılık kazandırıyor. Brezilya’daki Rio Karnavalı’ndan Hindistan’daki Holi Festivali’ne, Japonya’daki Gion Matsuri’den İspanya’daki La Tomatina’ya kadar yüz binlerce turist sadece bu etkinlikleri deneyimlemek için ülke değiştiriyor. Festivalin kültürel dokusu kadar sosyal medyada yaratacağı etki, fotoğraf estetiği ve kişisel markaya katkısı da artık önemli bir motivasyon kaynağı.

Diğer yandan, son yıllarda film ve dizilerle popülerleşen turistik rotalar, festival turizminin dinamizmini farklı bir biçimde pekiştiriyor. Örneğin, “Game of Thrones”un çekildiği Dubrovnik, “Emily in Paris” ile yeniden romantikleştirilen Paris sokakları, “The Lord of the Rings”in büyülü doğasıyla anılan Yeni Zelanda, “Money Heist” ile turizm patlaması yaşayan Madrid gibi destinasyonlar, artık yalnızca tarih ya da doğa için değil, kurgu dünyaların gerçek mekânlara taşındığı sahneleri deneyimlemek için ziyaret ediliyor. Türkiye’de ise “Yalı Çapkını” ile yeniden gündeme gelen Boğaz hattı, “Atiye” ile Göbeklitepe ve Kapadokya’nın artan ilgisi, bu küresel trendin yerel izdüşümleri arasında yer alıyor.

Bu bağlamda, turizm artık durağan bir sektör değil; hikâye anlatıcılığıyla, dijital kültürle ve deneyim ekonomisiyle iç içe geçmiş bir yapıya bürünmüş durumda. Seyahat planları, artık TripAdvisor yorumlarından çok Instagram keşfet sayfası ya da bir Netflix dizisinin etkisiyle şekilleniyor. Bu da destinasyon yönetimi yapan kurumlar ve yerel yönetimler için yeni bir vizyon gerektiriyor. Artık sadece tesis altyapısı ya da doğal güzellikler değil, bir yerin “anlatılabilirliği” yani hikâye potansiyeli de turizm stratejisinin parçası haline gelmiş durumda.

Festival turizmi ve dizi-film turizmi, kültürel mirasın yeniden yorumlanması, destinasyon kimliğinin yeniden inşa edilmesi ve hedef kitleye ulaşmada yaratıcı pazarlama stratejilerinin gerekliliğini ortaya koyuyor. Bu dönüşümün doğru yönetilmesi, sadece daha fazla turist çekmek değil, aynı zamanda kültürel sürdürülebilirliği sağlamak açısından da kritik öneme sahip. Özetle; artık gezginler, sadece nereye gittiklerini değil, neden oraya gittiklerini ve neye tanıklık ettiklerini önemsiyor. Turizm dünyası, festivallerin coşkusuyla dizilerin dramatik sahneleri arasında yeni bir kültürel yolculuğa çıkıyor.