Yunanistan’ın sevilen şeflerinden, mutfak tutkusu ve kültür elçiliğiyle tanınan Maria Ekmekçioğlu, “Girit’ten Side’ye Kültür ve Lezzet Festivali” sonrasında sorularımızı yanıtladı.

Manavgat Belediyesi’nin ev sahipliğinde düzenlenen ve Türkiye ile Yunanistan arasında kültürel bir köprü kurmayı hedefleyen “Girit’ten Side’ye Kültür ve Lezzet Festivali”, bu yıl ilk kez Side Antik Kenti’nin tarihi atmosferinde gerçekleştirildi. Festival; Ege’nin iki yakasını müzikle, yemekle ve dostlukla buluştururken, hem yerel halk hem de ziyaretçilerden büyük ilgi gördü.

Yunanistan’ın sevilen şeflerinden, mutfak tutkusu ve kültür elçiliğiyle tanınan Maria Ekmekçioğlu da festivalin özel konukları arasındaydı. Festivalin anlamından favori Girit yemeklerine, genç şeflere tavsiyelere kadar pek çok konuda içten açıklamalarda bulundu.

  • Uluslararası Girit’ten Side’ye Kültür ve Lezzet Festivali sizin için ne ifade ediyor?

Bu bir rüyaydı, bir hayaldi. Sevgili Yasemin Arslan ve Manavgat Belediye Başkanı bana böyle bir teklifle geldiler: “Ne dersiniz Maria Hanım, öyle bir festival yapalım mı?” Bu teklif benim için çok şey ifade etti. İki ülkenin dostluğunun ne kadar önemli olduğunu, belediyenin böyle bir projeye öncülük ederek Giritlileri Manavgat’a davet etmesinin ne kadar anlamlı olduğunu gördüm. Kültür ve lezzet, politikacıların kuramadığı köprüleri kuruyor. Bu köprüler barış ve sevgi köprüleri oluyor. Çünkü Ege’nin iki yakası aynı müziği, aynı yemekleri, aynı kültürleri paylaşıyor.

  • Girit ile Side mutfakları arasında benzerlik var mı?

Hiçbir fark yok! Hatta yemeklerin isimleri bile aynı. Örneğin, ben Girit’te Şevketi Bostan ararken, oradaki insanlar “Siz Askolibros arıyorsunuz,” dediler. Arap saçı için “Maratho”, tilkişen veya yabani kuşkonmaz için “Avronyes” diyorlar. Yani lezzetler aynı, isimler sadece lehçe farkıyla değişiyor. Ben Şevketi Bostan yemeğine biraz kimyon katayım dedim, ama tüm Sideli kadınlar bana “Asla! Yalnızca tuz ve karabiber!” dediler. Bu kadar ortak ve köklü bir mutfak kültürü var.

  • Girit mutfağında en sevdiğiniz yemek nedir?

Skufikta adında özel bir makarna var. Her evde günlük olarak yapılır. Şarapla ya da domates salçası ve kuzu etiyle pişirilir. Üzerine Girit’e özgü tereyağı ve ev yapımı malaka peyniri eklenir. Ayrıca otlu börekler, etli turtalar (kreatoturta) da favorilerim. Bu mutfakta tek bir favori seçmek zor.

  • Yemek yaparken en çok hangi malzemeleri kullanırsınız?

Zeytinyağı, taze otlar, deniz ürünleri (karides, kalamar, ahtapot)… Her zaman en kaliteli ve en taze malzemeleri seçmeye çalışırım. Çünkü güzel yemek kaliteli malzeme ile başlar.

  • Şef olmaya nasıl karar verdiniz?

Aslında dekoratör olarak başladım. Ama yemek yapmaya olan sevgim ağır bastı. Ailemden kalan tarifleri yaşatmak istedim. Zamanla kendi tariflerimi ekledim. Böylece şefliğe ve restoran sahipliğine giden bir yol oluştu.

  • Atina ve İstanbul mutfakları arasında benzerlikler var mı?

Girit ve Side gibi diyebilirim. Sadece şöyle farklar var; Yunanistan’da daha çok zeytinyağı, daha az tereyağı, daha az baharat; Türkiye’de daha çok baharat kullanılıyor, Yunan mutfağında et yemekleri ağırlıklı; deniz ürünleri daha çok turistik bölgelerde ağırıklı, adaların iç kesimlerinde balıktan çok et yemekleri ve kebaplar bulunur. Bu da İstanbul’daki et lokantalarıyla benzerlik gösteriyor.

  • Yeni bir yemek kitabı ya da televizyon projeniz var mı?

Yunanistan’da yıllardır süren bir TV programım var: İstanbul’dan Anadolu’ya. İki yıl ara verdik ama önümüzdeki sene yeniden başlayacağız. Ayrıca yeni bir roman yazdım. Bu roman hem anılardaki yemekler hem de bir hayat hikayesi. Eski İstanbullu bir kadınının anıları ve tariflerle dolu. Şu an basılıyor ve Yunanistan’da yayınlanacak. Balık ve deniz mahsülleri tarifleri içeren ve bir de yalnız tatlıların olacağı iki yeni kitap hazırlıyorum.

  • Genç şeflere tavsiyeleriniz neler?

Bu işi azim, aşk ve tutkuyla yapacaklarsa yapsınlar. Sadece gösteri yapmak, Instagram fotoğrafları için bu mesleğe girilmez. Çok okumak, araştırmak, saatlerce çalışmak gerek. Ben aynı zamanda Okan Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyim. Orada şunu gözlemliyorum: İlk yıl 40-50 kişi giriyor sınıfa ama sonra yavaş yavaş o zorlukları görerek, çalışma saatlerinin ne kadar uzun olacağını hissederek bu sayı 10-15 kişiye kadar düşüyor. Bir de tehlikeli bir meslek; mutfakta sürekli ateşle, bıçaklarla berabersin, dikkatinin hiç bir zaman dağılmaması gerek. Aileye zaman ayırmak, tatile gitmek ve dinlenmek için vakit çok az. Şeflikten öte bir de işletme sahibi olursan bütün hayatını bu işe adamayı gerektirir. Bütün bunları göze almayan birinin şeflik hayatına girmesini tavsiye etmiyorum. Ama bu mesleğe aşkı, sevdası tutkusu olanlar hakikaten çok başarılı olurlar, isimleri duyulur ve bu meslekten büyük mutluluk duyarlar.